Bölüm: 1

**(Sen gittikten sonra hayatım boşlukta, balıksız su gibi, sen gittikten sonra hayatım sadece acı tanıdı. Gittin, tüm güzellikleri beraberinde götürdün. Gittin ve beni bu üzüntü denizinde boğulmaya bıraktın.)**

_Zina, neden ağlıyorsun şimdi?_

Bunu söylerken kısa boylu olduğu için ona karşı eğildi. Zina cevap vermedi, yalnızca hıçkırıkları arttı ve yanaklarından süzülen yaşlar, buğday tenini ıslattı. Yanağını okşayarak gözyaşlarını nazikçe silerken, sıcak bir sesle:

_Ağlama Zina, gerçekten senin dışında her şeye dayanabilirim._

Zina çocukça bir sitemle:

_O zaman gitme ve beni yalnız bırakma, Faris._

Faris, onun gözyaşlarının kalbine hançer gibi saplandığını ve acımasızca kanattığını hissetti. Küçük kuzeni, doğduğu günden beri ona sıkıca bağlanmıştı. Onu kollarında taşıdı, annesiyle birlikte babası olarak büyüdü ve aileleri arasında bir anlaşma sonucu evlenmeye karar verildi. Bu haberi duyduğunda mutluluktan uçuyordu çünkü ona her zaman en iyi destekçi, koruyucu ve güven kaynağı olacaktı. O da Faris'e can simidi gibi sarıldı. Dünyayı yalnızca onun omuzlarından gördü, cesareti ondan aldı, henüz sekiz yaşında olmasına rağmen!

Ancak, ilk kez onun ağlamasını önlemekte zorlanıyordu. Çocuk gibi bir acıyla, sanki kendi kızıymış gibi:

_Hayır, seni hiç bırakmam, Zina. Sadece okumak için gideceğim ve geri döneceğim, bir daha asla seni bırakmayacağım._

_Neden gitmek zorundasın? Burada kal._

Saçındaki örgüyü nazikçe okşayarak, zihnine uygun bir şekilde açıkladı:

_Çünkü başarılı oldum. Mısır'ın yanındaki ülke beni okumaya çağırdı ve başarılı olup geri döneceğim. Sonra sen de okursan seni de alır, orada devam ettiririm._

Endişeyle tekrar sordu:

_Peki, orada beni unutacak mısın?_

Kafasını sallayarak kesin bir şekilde:

_Hayır, seni nasıl unuturum? Hep seni hatırlayacağım ve asla unutmam. Ayrıca sana bir sürpriz getirdim._

Ağlamasını unutarak hevesle:

_Ne sürprizi?_

Plastik çantasından bir fotoğraf çıkararak, iki elinin arasında ona gösterdi ve tepkisini izledi:

_Ne düşünüyorsun?_

Gözleri büyüdü, yüzü aydınlandı ve sevinçle:

_Aman Allah’ım! Bu bayramda birlikte çekildiğimiz fotoğraf!_

Başını sallayarak sevgiyle:

_Evet, bugün fotoğrafçıdan aldım._

Fotoğrafı eline aldı, gözlerine yaklaştırarak her ayrıntıyı inceledi ve masum bir gülümseme yüzünü süsledi. Faris, fotoğrafı elinden aldı ve ikiye böldü, her biri ayrı bir parça olarak kaldı. Zina şaşkınlıkla ve gözyaşları içinde:

_Neden böyle yaptın?!_

Kolunu okşayarak açıkladı:

_Sakin ol, sana nedenini açıklayacağım._

Sonra fotoğrafın kendi parçasını ona verdi ve Zina'nın parçasını cebine koyarak ciddi bir şekilde:

_Her gün fotoğrafıma bakıp beni özlemeni ve canını sıkan her şeyi anlatmanı istiyorum. Ben de aynı şeyi gurbette yapacağım, sağ salim dönene kadar ve sonra evlenip fotoğrafımızı yeniden birleştireceğiz._

Çocukça bir şekilde gülümsemesi yeniden yüzüne yerleşti. Çocukların masumiyeti ve saf duyguları, hiçbir aldatmacaya veya yapmacıklığa yer vermeyen, kalpten dile gelen duygulardı.

Küçük parmaklarıyla yanaklarından süzülen bir damlayı sildi, karnının üstüne yatmış, fotoğrafın parçasına acıyla bakarken, son buluşmalarını ve sonsuz ayrılıklarını hatırladı. Zina'nın gözlerinden sessizce akan gözyaşlarıyla:

_Seni çok özledim, Faris._

_Zina, Zina, Zina!_

Son seslenişi biraz daha yüksek sesle söyledi. Zina irkildi, fotoğrafın parçasını yastığının altına sakladı ve telaşla abisinin karısı Necat'a döndü:

_Necat, ne oldu? Kalp krizi geçireceğim!_

Necat yaklaşarak perdeleri açtı, pencereleri açarak taze hava girmesini sağladı ve ona kızarak:

_Ne oldu sana? Sabah beri sana sesleniyorum, sen..._

Sözleri dilinde takıldı, gözleri pembe yastığın altından çıkan fotoğrafın ucuna takıldı. Zina’nın yüreği korkuyla çarpıyordu:

_Ne oldu?_

Cevap vermedi, hızla fotoğrafı aldı, Zina’nın elinden kaptı ve öfkeyle:

_Hâlâ bu fotoğraf sende mi? Hani ondan kurtulacaktın!_

Zina, fotoğrafı ondan alıp yerine, yastığının altına koyarak çaresizce:

_Başaramıyorum, Necat, yapamıyorum._

Necat, Zina’nın kollarını tutarak onu oturttu, yanına oturdu ve onu kırmadan, yıkmadan anlamaya çalışarak:

_Canım, anlaman lazım. Ölüye dua etmekten başka çare yok, ama böyle kendine eziyet ediyorsun. Ağabeyin bu fotoğrafı sende bulursa seni öldürür. Bizim için düşün, kendin için değil._

Alt dudağını ısırarak, acıyla karışık bir sesle:

_Faris, sizin gözünüzün önünde öldü, ama hâlâ içimde yaşıyor. Onu unutamıyorum ve fotoğrafını da atamıyorum. Siz onu öldü gördünüz ama o hâlâ kalbimde yaşıyor. Fotoğrafına bakıyorum, o da benim fotoğrafıma._

Onu ikna etmeye çalıştı ama Zina, elini avuçlarının arasında sıkıca tutarak yalvarırcasına:

_Lütfen Necat, ağabeyime Faris’in fotoğrafını hâlâ sakladığımı söyleme. Onun kokusundan geriye kalan tek şeyi kaybetmek istemiyorum._

Necat iç çekti, başını sallayarak ona acıyan bir ifadeyle baktı. On altı yaşındaki bu küçük kız erken yaşta büyük acılar yaşamıştı ve yüreği ihtiyarlamıştı.

Necat konuyu değiştirmeye çalışarak zoraki bir gülümsemeyle:

_Haydi, hadi üstünü değiştir ve kahvaltıya gel. Bugün ağabeyin sonuçlarını getirecek, inşallah başarılı olursun._

Zina da zoraki bir gülümsemeyle:

_İnşallah._

İki saat sonra, Zina mutfakta Necat’la birlikte yemek pişiriyordu. Mutfakta derin bir sessizlik hakimdi, sadece tencerelerde kaynayan yemeklerin sesi duyuluyordu. Zina soğanları kesiyordu, yağa atmaya hazırlanıyordu ama ağabeyi Hasni’nin avlunun sonundan yüksek sesle onu çağırmasıyla işini bıraktı.

_Zina, Zina!_

_Necat, soğanı tut, sonuç gelmiş olmalı._

Bunu söyleyerek heyecanla mutfaktan çıktı, büyük evinin kapısına kadar yürüdü. Ağabeyi kapıda duruyor, yüzünde gurur dolu bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Zina ona yaklaştı, kalbi hızlıca çarpıyordu. Ağabeyi onu rahatlatan bir ses tonuyla:

_Tebrikler, kardeşim! %85 ile geçtin, harikasın._

Ağabeyinin kollarına atıldı ve sevinçle:

_Teşekkür ederim, ağabey. Allah'a şükür ki başardım, 80’i geçtim._

Ağabeyi onu kollarından tutarak gülümseyerek:

_Hem de özel ders almadan, bugünkü kızlar gibi. Aferin Zina._

Bu beklenmedik haber üzerine, saatlerce süren öfkesini kontrol edemedi. Babasının onu bıraktığı durum karşısında, şimdi iflasın eşiğinde olduğunu anladığında, içinde yanan öfke yeşili ve kuruyu yakacak gibiydi. Yüzü kızarmış, dişlerini öfkeyle sıkıyordu. Bir kadeh daha doldurdu, içti, sanki her yudumda daha fazla sabır kazanıyordu. Babasının şu sözlerini hatırlıyordu:

_Bir gün Safiye gibi, senin gibi güçlü bir kadınla evlenmelisin. Sen

burada yaşamadın ama köklerimiz kanında. Hayatını onlardan biriyle paylaşmalısın, aman ha şehir kızlarına sakın kapılma._

Babası sürekli bu sözleri tekrarlasa da, Asraf onu hep göz ardı etti. Onun bu eski geleneklere inanmadığını, hatta onları alay konusu yaptığını biliyordu. Ancak, babasının iki ay önce bıraktığı vasiyetle kendini birden iflasın eşiğinde buldu. Vasiyete göre, evlenmesi gereken kişi köyünden, Safiye gibi daha önce evlenmemiş bir kız olmalıydı. Bu yeni hayat arkadaşıyla işler düzelir umuduyla...

_Zina artık okuyamaz._

Zina’nın babası Kasım, kararlı bir ses tonuyla bu sözleri söyledi, sigarasını ağzına götürdü, derin bir nefes aldı. Hasni kaşlarını kaldırarak:

_Neden baba?_

Kasım, sigarasını ağzından uzaklaştırdı, hafifçe iki kez öksürdü, ardından korkulu bir sesle:

_Artık evden dışarı çıkamaz. Sen biliyorsun ki Şahavi ailesiyle aramızda kan davası var. Allah biliyor ki, onu korumak için çok endişelendim._

Ardından kararlı bir şekilde:

_Artık yeter, on altı yaşında oldu, bu yaşta olanlar çocuk sahibi bile olurlar._

Cevap vermek üzereydi ama kapının çalmasıyla ikisi de kapıya döndü. Kasım emredercesine:

_Gir._

Kapıyı çalan kişi Necat’tı, elinde bir tepsiyle içeri girdi. Tepside birkaç tabak sütlaç vardı. Kasım’ın önüne geldi, gövdesini hafifçe eğerek neşeyle:

_Amca, Zina’nın başarısını kutlamak için sütlaç getirdim._

Kasım ona sert bir bakış attı, sessizce tabağı aldı, konuşmaya Hasni devam etti, sert bir sesle:

_Bir daha Zina’nın başarısından bahsetme, Necat._

Necat, şaşkınlıkla kocasına döndü, sonra tekrar amcasına baktı, ama amcası boşluğa bakıyordu, bir yorum yapmıyordu. Necat, Hasni’ye şaşkınlıkla:

_Neden, Hasni?_

Hasni, ona kızgın bir şekilde bağırarak:

_Neden soruyorsun? Sana başarıyı bir daha ağzına alma dedik. Bu kadınlar neden bu kadar inatçı?_

Necat yorgun bir şekilde gözlerini kapattı, boğazında düğümlenen gözyaşlarını bastırdı. Hasni, her zamanki gibi, onu herkesin önünde azarladı, bu onun keyif aldığı bir durumdu. Ona göre, erkeklik sesini yükseltmekle ölçülüyordu, karısını azarlayarak, ona hâkim olduğunu göstermekle. Necat derin bir nefes aldı, tepsiyi masaya koydu, dönüp gitmek üzereyken, Kasım Hasni’ye dönerek:

_Neden ona anlatmadın? Zina’yı kimden başka anlayacak?_

Necat kaşlarını çattı, gözyaşlarını unutup, şüphe dolu bir sesle:

_Neyi anlatacağım Zina’ya?_

_Hayır!_

Kalbinin derinliklerinden gelen bir çığlıkla bu harfleri döktü. Necat’ın kollarına yığılmıştı, ağlıyordu, Necat onu teselli etmeye çalışıyordu. Zina’nın hayali daha başlamadan yıkılmıştı. Hayatta kalan son umut kırıntısı da, onun sevdiği kişinin ölüme gitmesiyle yanmıştı. Eğitim onun için tek çıkış yoluydu, ama babası bu yolu önünde kapatmıştı, ruhunu yakarak. Hayatında ne zaman bir ışık belirse, biri gelip onu hemen söndürüyordu.

Necat, Zina’nın saçlarını şefkatle okşayarak, onu teselli etmeye çalıştı:

_Boş ver Zina, eğitimden vazgeç. Zaten bir gün bırakacaktın._

Zina hıçkırıklarının arasından acı dolu bir sesle:

_Lise diplomasını alabilseydim! Neden beni bu kadar erken bıraktı?_

Necat, Zina’nın yüzünü iki elinin arasında tutarak:

_Canım, bir kadının tek yeri evidir ve eşi. Senin de artık bir koca bulma vaktin geldi._

Zina öfkeyle bağırdı:

_Ben evlenmek istemiyorum, bu dünyadan hiçbir şey istemiyorum! Faris bana hep çalışmamı söylerdi, onun sözünü tutmak için çalışıyordum. Faris öldüğünde bile çalıştım, onun arzusunu gerçekleştirmek istedim ama yok, ben hiçbir zaman istediğimi elde edemedim! Neden böyle?!_

Necat Zina’nın kolunu sıkıca tuttu ve üzüntüyle azarladı:

_Yeter, Zina, bu sözler haramdır. Baban, seni kan davasından korumaya çalışıyor, biri seni kaçırıp öldürebilir veya başına bir felaket gelebilir._

_Kan davası yıllar önce sona erdi..._

Necat onu kararlı bir şekilde keserek:

_Ama toprak yüzünden tekrar kavga etmeye başladılar, Zina. Bu kan davası, boş yere giden gençlerin kanını bile doymadı. Kan davasını durduranları köyden sürdüler. Dinle beni, tek kızı olan babanı düşün, başına bir şey gelse o da ölür._

Çay bardağını masanın kenarına koydu ve endişeyle babasına döndü:

_Peki, şimdi ne yapacağız, baba? Şahavi ailesi tekrar kavga çıkarmaya başladı._

Kasım uzun bir iç çekti, çünkü bu sorunun çözümünü gerçekten bilmiyordu. Bu sorun, yeniden kan dökülmesine yol açacak bir kıvılcım bekliyordu. Ama onu daha çok endişelendiren Zina’ydı, annesinin emaneti olarak bıraktığı kızı. Bu kirli tuzaktan onu çekip çıkarmanın en hızlı yolunu bulmalıydı. Kasım, sert bastonuna yaslanarak, kararlı bir şekilde:

_Zina burada kalırsa, onu kullanacaklar. Evlenirse bile, onu kullanıp beni ezmek isteyecekler. Buradan uzaklaşması gerekiyor._
 



Okuma Ayarları


Arka Plan Rengi