Eşim eczaneye gider gitmez kapı çaldı. "Demek ki bir şey unuttu," diye düşünerek aceleyle kapıyı açtım. Fakat karşımda eşimi değil, o adamı buldum. Şaşkınlıkla geri çekildim, ama o hızla içeriye girdi, beni bileğimden yakaladı ve oturma odasına doğru çekti.
O anda korkudan nefesim kesildi. Karnım büyüktü, yedinci aydaydım, ne yapacağımı bilemedim. Bana bu kadar yaklaşacağını asla tahmin etmemiştim. Yavaşça kolumu kurtarmaya çalışırken, bir yandan da eşimin nerede olduğunu düşünüyordum. Ama o adam beni sıkıca tutmuştu, bir yandan da sesi yüksek çıkacak şekilde konuşmaya başladı:
“Sen benim kardeşim gibisin, ben asla sana zarar vermem! Bu tür şeyler düşünmek bile yanlış, ayıp! Eşine haksızlık ediyorsun!”
Sesi yükselirken, benim kafamda her şey allak bullak olmuştu. Neler söylüyordu? Ben ne yapmıştım ki?!
“Her defasında beni baştan çıkarmaya çalıştın, ama ben hep sustum! Senin sadece aklının karıştığını düşündüm. Ama artık yeter! Eşin bunu hak etmiyor!”
Sesi her geçen saniye daha da yükseliyordu, sanki bana bir şeyleri itiraf ettirmeye çalışıyormuş gibi… Ama ben şaşkınlıktan donup kalmıştım, ne bir şey söyleyebiliyordum ne de kendimi savunabiliyordum. Aklımda tek bir düşünce vardı: “Neden bunu yapıyor?”
O sırada gözü sürekli kapıda, sanki birinin gelmesini bekliyordu. Ve evet, beklediği oldu.
Birdenbire kapı açıldı ve eşim içeriye girdi. Gözlerinde şok ve öfke karışımı bir ifade vardı. O an sanki zaman durdu. Ben eşime bakıyordum, o ise bana ve sözde “kardeşi” olan o adama. Ama adam hemen ayağa kalktı, eşime döndü ve dramatik bir tavırla, “Bak işte, ben ona ne kadar uzak durmaya çalışsam da o ısrarla beni baştan çıkarmaya çalışıyor,” dedi.
Eşim bir an durdu, yüzündeki şok yavaş yavaş kayboldu, yerini derin bir hayal kırıklığı ve öfkeye bıraktı. Ben ise olduğu yerde dona kaldım. Sesim çıkmıyordu. Konuşmak, gerçeği anlatmak istiyordum ama kelimeler boğazıma düğümlenmişti. O kadar şoktaydım ki, hareket edemedim bile. Sadece gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.
Adam birkaç saniye daha eşime baktıktan sonra hızla kapıya yöneldi ve çıktı. O çıkınca eşim olduğu yerde durdu, gözlerini yere dikti. Ben de ne yapacağımı bilemedim, ona doğru bir adım attım ama birden elini kaldırdı, “Yaklaşma!” dedi. Sesi titriyordu, ama bu titreme öfkesindendi. Sanki bir yılan gibi tıslıyordu.
Ben yine konuşmak istedim, ama o başını kaldırmadan konuşmaya başladı:
“Sana inanmak istiyorum. Gerçekten. Ama… Gördüğüm şeyi inkâr edemem.”
Kelimeleri kurşun gibi ruhuma saplanıyordu. Boğazım kurumuştu, ne yapacağımı bilmiyordum. Ona olan sevgim, ona olan güvenim, her şey yavaşça gözlerimin önünde paramparça oluyordu. Onun da bana inanmadığını, bana güvenmediğini gördüğüm an... İşte o an içimde bir şeyler kırıldı.
O geceyi sessizce geçirdik. Ben odama çekildim, o ise salona gitti. Sabah olduğunda onu bulamadım. Bütün geceyi uykusuz geçirmiş, sürekli yaşadığımız anı kafamda döndürüp durmuştum. İçimden hep aynı soruyu tekrarlıyordum: “Neden bana inanmadı?”
Günler geçtikçe, eşim giderek benden uzaklaşmaya başladı. Ben kendimi açıklamaya çalıştım, her fırsatta ona gerçeği anlatmak istedim ama her defasında sustu, sadece “Hadi, oldu bitti, artık bunları konuşmak istemiyorum,” dedi. Ama bu sözlerin arkasında derin bir güvensizlik yatıyordu.
Hamileliğimin son ayına geldiğimde, artık evin içinde bir yabancı gibiydim. Eşim benimle ne konuşuyordu ne de yüzüme bakıyordu. Salonda uyuyor, yemek yemiyor, sürekli bir şeylerle meşgul oluyordu. Ben ise her geçen gün daha da yıkılıyordum. Karnım büyümüş, vücudum ağırlaşmıştı, ama en büyük ağırlığı kalbimde taşıyordum. Günler geçtikçe, daha da yalnızlaştım.
Sonunda doğum sancılarım başladı. Hastaneye yetiştirildim. Çok acı çektim, ama hiçbir şey eşimin o soğuk tavırları kadar acı değildi. Bebeğimizin sağlıklı olmasını istedim, her şeyin yoluna gireceğini düşündüm. Ama o gün hastanede yaşadıklarım, bütün hayatımı sonsuza dek değiştirdi...