Bir anda geçmişin tüm acıları ve hatıraları önüme serildi. Yıllardır gömülü olduğunu sandığım yaralar, yeniden kanamaya başladı. Onu tekrar karşımda görmek… Bu, beklemediğim bir darbeydi. Eski eşim, yüzünde mahcup bir gülümsemeyle ayağa kalktı. Babamın elimi tutup sıktığını hissettim. Gözleri doluydu, derin bir üzüntüyle bana bakıyordu.
“Lütfen kızım, dinle onu,” dedi. Gözleri kıpkırmızıydı, sanki günlerce ağlamış gibi. Babamın bu hâlini görmek içimi parçaladı. Ona ne söyleyebilirdim ki? Gözlerimi kısarak eski eşime döndüm. “Söyleyecek bir şeyin kalmadı, her şey çoktan bitti!” dedim.
Ama babam elimi bırakmadı, bu sefer daha da sıkı tutarak:
“Lütfen, sadece bir kez dinle. Ne olursun, onu sonuna kadar dinle.”
Gözleri dolmuş, ağlamaklıydı. Babamın bu kadar üzgün olduğunu görmek kalbimi dağladı. Çaresizce başımı salladım. Oturdum, derin bir nefes aldım ve o adama baktım.
“Konuş,” dedim soğuk bir sesle, “Ve kısa kes.”
Gözlerini yere dikti, bir an için ne söyleyeceğini bilemez gibi göründü. Sonra hafifçe başını kaldırdı ve kırık bir sesle:
“Beni hatırlıyor musun? Ben, senin eski eşin... Her şeyimi kaybettiğim gün, sadece seni kaybetmedim. Gururumu, onurumu, sevdiğim kadını... Ama biliyorum, hiçbir şey sana yaşattığım acıları silemez,” diye başladı. Sesi titriyordu. Ama ben hâlâ soğuktum. Ona bakmak bile zor geliyordu.
Devam etti:
“O arkadaşım... hatırlıyor musun? O sinsi yılan... O gelip bana her şeyi itiraf etti.”
Başımı hızla kaldırdım. Gözlerim büyüdü. Nefesim kesildi, ama tek kelime etmedim.
“Evet, o gece, seni suçlu gösterdiği her şey, yaptığı tüm planlar… Her şey yalanmış. Sen masumdun. O, bizi ayırmak için uğraştı. Ben… Ben seni kaybettim çünkü ona inandım.”
Bütün dünya başıma yıkıldı. Beni izliyordu, gözlerinde derin bir acı vardı. “Onunla arkadaşlığımı nasıl bitireceğimi bilemedim, ama o son hamlesi... O son oyunu, seni benden aldı. Anladım, her şey bir iftiradan ibaretmiş. Ama iş işten geçmişti. Artık seni kaybetmiştim.”
Sonra bir adım bana doğru yaklaştı ve sesi daha da alçalarak, neredeyse fısıldar gibi devam etti:
“Sana büyük bir yalan daha söyledim…”
Donakaldım. Hangi yalan?! Neden hâlâ bu acı oyunlara devam ediyor?
Derin bir nefes aldı, başını önüne eğdi ve dedi ki:
“Oğlumuz... O, hiç ölmedi. Onu kaybetmedik.”
Gözlerim kocaman açıldı, kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı.
“Ne?!” dedim, neredeyse çığlık atacak gibi.
Başını salladı, gözleri doldu.
“O doğduğunda, ölü olduğunu söyledim. Ama aslında yaşıyordu. Onu annem aldı ve ona bakmaya devam etti. Sana yalan söyledim, çünkü seni hayatımdan çıkarmak istedim. Seni artık görmek istemedim, bir bağımız olmasın istedim.”
Vücudumun her zerresi titremeye başladı. Gözlerim karardı. Bebeğim… Benim canım… Yaşıyor muydu? Yıllar boyunca boşuna mı acı çektim? Oğlum hâlâ hayatta mıydı?
“Bütün bu zaman boyunca... Beni ondan mahrum mu bıraktın?” dedim, sesim öfke ve acıyla doluydu.
Başını eğdi. “Evet. Ama… Onunla yeniden görüşmen için geldim. Oğlumuz, A… A…”
Bir an durdu, sonra gözlerime baktı:
“Açıkçası… O bizim A… A… Onun adını hatırlamıyor musun? Hamileyken koyduğumuz adı?”
Neredeyse bağıracak gibi oldum. “Ne?” dedim, “Bana bunu neden şimdi söylüyorsun?!” Ama titriyordum. İçimde bir şey vardı, bir his, bir şey çok yanlış gibi… Ama sonra, birden her şey netleşti. O an, onunla birlikteyken duyduğum o korku, o acı...
“Adı… neydi oğlumun? Gerçek adı ne?” dedim, gözlerim karardı. Ama kalbim ona döndü. Onunla her zaman beraberdik, onunla bir olduk. Ben onun için yaşadım, onun için öldüm.
Bütün bu yıllar boyunca ne yaşadıysak, ne yaşadıysak… Bir an için bu kadar uzandık. Ama şimdi, burada, karanlıktayız. Onu aldım, bütün bu yılları, bütün bu yılları boşuna geçirdik.
Onunla birlikteydim.
Beni affeder misin?
Ama benden af dilemiyorum. Sadece, onunla başardık.
Ama şimdi, onunla yaşadığımız bu dünya… Onunla birlikteyiz. Ama şimdi, bu kadar zor oldu ama şimdi geldik!
Onu tekrar bana tutacaksın…
Bu nedenle