Hikmet ile iffet” Dayanabilenler buyursun… Evin beyi Hikmet, o tatlı ve masum üslubuyla anlatmaya anlatıyordu:
– Hocam ben hanımımla hemşeriyim. Aynı mahallede büyüdük. İlkokulda, ortaokulda beraber okuduk. Hanım ortaokuldan sonra okumadı. Ben ise liseye devam ettim. Hanım tarafı mahallenin en zenginiydi. Biz ise, tam tersine en fakiriydik. Yani bırak bu hanımla evlenmeyi hayal etmek, onların evlerinin önünden bile geçemezdik.
O kadar çok farklı hayat düzenimiz vardı. Rüya Görmüştük Ortaokulu bitirdiğim yıl bir rüya görmüştüm. Rüyamda bir yaşlı adam bana “oğlum” dedi. Sen bu kızı alacaksın. Ama çok zor olacak. O kızdan vazgeçme, o kız dünya iyisi bir kızdır.
“Uyandım, çok şaşırdım. Bu ne biçim bir rüyaydı. Hani adı rüya ya, olmazları oldu eden, bir rüya işte.. İnanmak şöyle dursun, hayal bile edemezdim. Nasıl edeyim? O kızın bu halimle bana varması, bana varmak istese bile, bana vermeleri imkânsız. Duysalar kargalar bile güler. Hani hanımı içten içe seviyorum ya? Çocukluk işte… Biraz da bir ümit oluşmuş olacak ki, rüyayı rahmetli anama anlattım. Anam çok kızdı.
– Sakın ha oğlum, dedi. Böyle bir şey varsa derhal unut. Kimselere de söyleme. Başımıza belâ gelir ve kan çıkar. Benim rüya gördüğüm gece, aynı rüyayı hanım da görmüş. Hele anlat da hocam dinlesin… Adı da “İffet” olan doktor iffet, bir namus ve bir nezaket örneği evin hanımı, kocasının ısrarı karşısında utana sıkıla anlatmaya başladı.
– Evet aynı gün, aynı gece bir rüyada ben görmüştüm. Beyimin anlattığı gibi bir yaşlı adam gördüm. Siz birbiriniz ile evleneceksiniz Kızım, dedi. Sen o çocukla evleneceksin. Allah sana böyle bir imtihan verdi.
Ama imtihanın sonu hayırlı olacak. Çok acılar çekeceksin ama korkma yardımcın Allah’tır. Ben de bu rüyadan çok etkilenmiştim.
O zaman ben de beyime karşı bir sevgi duyuyordum. Ondan daha fazla göze görünümlü olanlar dururken niçin bu çok fakir bir aile çocuğuna bu ilgiyi duyuyordum ama bilmiyordum. Hiçbir geçerli nedeni yoktu. Tabi bu arada hanımla görüşemiyorduk.
Zaten öyle birbirimize gördüğümüz rüyaları anlatarak aşklarımızı anlatmamıştık. Yani birbirimize âşık olduğumuzdan, diğerimizin haberi yoktu.
– Yani birbirinize sevginizi ifade edemediniz mi? Bu sefer Hikmet Bey sözü aldı.
– Nerde hocam o yürek bizde… Yalnızca o yakınlık, o sıcaklık ve o bakışmalarda bir şeyler anladık.
– Peki sonra ne oldu?
– Ne olacak aşk bacayı sardı. Gece gündüz hayaller, planlar ve bir daha nasıl görüşmenin hesapları başladı.
– Görüştünüz mü peki?
– Bir defa daha… İffet’i Memlekete götürdüler. Hikmet Bey hayret ve ibret dolu maceralarını anlatmaya devam ediyordu.
– Hanım, memlekete döndü.
Bu öyle ani oldu ki, o da şaşırdı, biz de şaşırdık. Ben de dönmeyi düşünüyordum. Artık okulum bitmişti. Memlekette İffetle mektuplar dışında haberleşemiyorduk. İstanbul’da, her sabah işe giderken, ana yoldan geçiyorduk.
Baktım bir yaşlı kadın yol ortasında karşıya geçiyor. Bir kamyon da korna çalarak tam üstüne doğru geliyor. Altında kalacak, diye bir hamle yapıp, kadını kurtarayım derken kendim kamyonun altında kaldım. Ne olduğunu anlayamadım.
Gözlerimi açtım ki, hastanedeyim. Ama alt tarafımı hiç hissetmiyorum. Elimi attım ki, iki ayağım da dizden aşağı yoktu. Kesmişler. İşte o anı size anlatamam. Bütün dünyam yıkıldı.
– Ben beş-altı ay yattıktan sonra iki ayağıma da protez taktılar. Sağ olsun Matematik öğretmenim olmasaydı, protezi de bulamayacaktık. O günler de hanımımın bir haberi ulaştı bana…
Gel de beni kaçır Hanımımın evli bir arkadaşı vardı köyde… Onlar da İstanbul’a göçmüşlerdi.. İffet onunla haber göndermiş, sağ olsun o kızın beyi de gelip beni buldu. “İffet’i veriyorlar.
Çok zor durumda. Gelsin de beni kaçırsın,” diye İffet’in haberini verdi. Eğer ayaklarının sakat olduğunu daha önce öğrenseydin, yine “gel de beni kaçır” der miydin?
– Hiç düşünmeden. Ben onun ayaklarına âşık olmadım ki, ben onun gönlüne, ruhuna ve kişiliğine âşık oldum. Böyle bir aşkın hâlâ varlığı karşısında şaşırmamak mümkün mü? Bu ne kadar muhteşem bir fedakârlık? Bu ne kadar yüce bir sevda?
Bu ne kadar tertemiz bir duygu ve gönül dünyası.. İffet’i kaçırmaya giderken gözlerimi de kaybettim! Hikmet Bey, bizleri hayrette bırakan o inanılmaz olayları anlatmayı sürdürüyordu.
– Memleketimize yaklaşırken bindiğim otobüs kaza yaptı. Uçurumdan aşağı düşmüşüz. Yine bir felâket de orada yaşadık. Bu sefer de çok daha ağır oldu. Çünkü gözlerimi kaybetmiştim. İki gözüm de kazada parçalanmıştı. Yine komşuma gittim.
– Bir arkadaşımı arayacağım, dedim. Telefonu aldım. Tuşların yerleri ezberimdeydi. Çevirdim.
Allah da denk getirdi. Telefon çaldı, telefonu İffet kaldırdı.
– Ben Hikmet, deyince iffet ağlamaya başladı. Yavaş ol birileri duyar, dedim.
– Evde yalnızım, kimse yok. Bu akşam beni yine istemeye geliyorlar. Çok bunaldım. Artık direnemiyorum. Sana haber göndermiştim. “Gel beni kaçır” diye ulaşmadı mı? Dedi.
– Ulaştı ama gelemedim, dedim.
– Ne oldu? dedi.
– İki kez kaza geçirdim.
Önce ayaklarımı kaybettim. Şimdi protezle yürüyorum. Sonra da seni kaçırmaya gelirken bir kaza daha geçirdim, gözlerimi kaybettim. Ben artık her şeyini yitirmiş bir insanım sana yaramam. Yollarımız buraya kadarmış.
Sen kendi dünyanı kurmaya çalış. Benim artık bacımsın, dedim. Tabi kendimi tutamadım, ağlamaya başladım.
-Senin ayakların ve gözlerin yoksa, benim var, BİZE YETER. Telefonun öbür ucunda da İffet ağlıyordu. Ama İffet bana öyle sözler söyledi ki, beni yeniden dünyaya getirdi, ne kadar büyük olduğunu ispatladı.
Ben her zaman diyorum. Allah bana yalnızca bir hanım vermedi. Bir ana, bir baba, bir arkadaş ve en vefalı bir dost verdi. Allah ondan binlerce razı olsun.
Allah onu cennet hatunu yapsın. Halime çok şükür. İffet de eli mahir bir hanım, kazak örüyor, çorap örüyor, satıyor, geçinip gidiyoruz. Helalleşip, o evden ayrıldığımda dünyam bin parça olmuştu.
Ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi bilmez haldeydim. Anlatılanlar karşısında, o kadar küçülmüş ve o kadar aciz kalmıştım ki, o iki melek insanın büyüklüğü âdeta beni ezmişti. Hikmet’in son sözleri hâlâ kulağımda çınlıyor.
Şimdi ben böyle mağdur oldum. Fakat asla şikâyetçi değilim. Hamdolsun Allah’ıma. Hanımı bana hem arkadaş, hem dost, hem de ebedî bir can yoldaşı gönderdi. Kızımızla bu mütevazı evde,
Allah’ın verdiği ömrü doldurmaya çalışıyoruz. Hiç şikâyetçi değiliz ve hiç kimseden bir talebimiz yoktur. Rabbim bir hikmete binaen gözlerimi ve ayaklarımı aldı. Ama verdiği o kadar nimetleri var ki, saymakla bitmez.
Ağız verdi, yiyorum, içiyorum, konuşuyorum. Akıl verdi, düşünüyorum. El verdi, tutuyorum. Evlât verdi, seviyorum. Eş verdi, dayanıyorum, teselli buluyorum. Daha neler,
neler.. Evi ağlayarak terk ettim! Evi ağlayarak terk ettim. Hem de bu kadar imkânlar içinde olmama rağmen, yaptığım hatalara bakıp, utanarak onların sabırları önünde küçülerek… İki odalı bir gecekondu evinde iki âşık yaşıyordu.
Bunlar gerçek bir Allah aşığı ve gerçek bir teslimiyet abidesiydiler. Aşk için, her türlü melaneti yapanlara ders veren, iki melek insan yaşıyordu, o evde… Gözleri kör, ayakları kesilmiş, yatağa mahkûm Hikmet ile, imkânsızlıklar içinde boğuşan, iffet sahibi bir iffet vardı o evde…