Evvel zaman içinde, ufak bir kasabada, fakir bir köylü çiftin başına talih kuşu konmuş. Bir oğulları olmuş. Sol kulağının arkasında bir kral tacı lekesi varmış. Bebeğin büyük adam olacağı söylenmiş. Sadece ailesine değil, bütün kasabaya şans ve servet getirecekmiş. Aynı zamanda yeteri kadar büyüdüğünde kralın kızı ile evleneceğine de inanılmış. İkisinin kaderi, birlikte yazılıymış.
Aile, aşırı mutluymuş. Kral, bebekten haberdar olduğunda, çok sinirlenmiş. Bir köylü ailenin oğlu, kendi kızıyla nasıl evlenebilirmiş? Bir prensesle! Kral, zengin bir arazi sahibi kılığına girmiş ve köylü ailenin evine gitmiş. “Çocuğum yok” diye yalan söylemiş ve aileye, tek çocuklarına karşılık, iki çuval altın teklif etmiş. Aile, bir süre düşünmüş. Alçak gönüllülükle, altını reddetmişler. Ama oğullarını vermeyi kabul etmişler.
Çocuklarına, hakkı olan bakımı veremeyecek kadar fakir olduklarına inanıyorlarmış. Kral, bebeği almış ve kasabayı terk eden, korumasız bir at arabasına saklamış.
Bu oğlanı, kızından uzak tutmak istiyormuş. Kral, o fırtınalı gecede, kaderi değiştirdiğini sanmış.
Ama onun sandığı gibi olmayacakmış. Kral gittikten bir süre sonra, mütevazi bir adam, bebeği bulmuş. Bu adamın ve karısının çocukları yokmuş. Bebeğe, Lao adını vermişler. Ve onu kendi çocukları gibi büyütmeye karar vermişler.
Yıllar geçmiş ve Lao büyüyüp akıllı bir delikanlı olmuş. Bir gün ormanı geçtiği sırada
Kralın yakın bir adamı:
–Af edersiniz bayım, Hoks kasabası hangi tarafta biliyor musunuz?
Lao:
–O mu? Çok kolay! Şu acayip görünüşlü ağacın oradan sola dönün. Ve Sonra da
Kral:
–Hayır, bu nasıl olabilir? Ben onu uzağa yollamıştım!
Oğlan, yeterince büyüdüğü anda, kralın kızıyla evlendirilecek!
Kral:
–Hayır, onun kızımla evlenmesine, asla izin vermeyeceğim. Ne yapacağım ben şimdi? Bir dakika! Aklıma bir fikir geldi. Ihm Ihım! Şimdi, beni dinle evlat! Saraydaki kraliçeye iletilmek üzere, çok acil bir mesajım var. Bana yardım eder misin? Bu mesaj çok ama çok önemli. Ayrıca, o mektubu asla açmayacaksın!
Lao:
–Ya, anlıyorum majesteleri. Bu zarfı asla açmayacağım. O zaman hemen yola çıkmalıyım.
Kral:
–Evet, lütfen, git artık. Ne kadar çabuk varırsan, kaderinle o kadar çabuk karşılaşırsın. Ahahahah!
Lao, yolculuğa başlamış. Macerasının yeni başladığından, hiç haberi yokmuş. Saatlerce at sürmüş. Saraya artık, sadece birkaç dakika varmış. Ama bir anda, atın önünde bir yılan belirmiş.
Lao:
–Bili! Sakin ol! Nereye götürüyorsun beni! Bili! Dur!
At durana kadar Lao, oranın derinliklerine varmış. Kaleden uzaklaşmış. Neyse ki, ufak bir eve denk gelmiş. Atından inmiş ve tahta kapıyı çalmış.
Lao:
–Merhaba, benim adım Lao. Önemli bir mesaj iletmek üzere, saraya gidiyordum. Ama, yolumu şaşırmışım. Bu gecelik, burada kalabilir miyim lütfen?
Sahip:
–Hımm!
Lao:
–Ne kadar güzel bir ev, kalmama izin verdiğiniz için sağ olun.
Sahip:
–Sen, benim kim olduğumu bilmiyorsun galiba?
Lao:
–Hayır, biliyorum, siz Cincer’siniz. Kasabadaki insanlar, sizden çok korkuyorlar. Sizin, evleri soyduğunuzu söylüyorlar. Bence komik. Çünkü, tam olarak hangi evi soyduğunuzu, pek bilemiyorlar.
Cincer:
–Çünkü, ben ev falan soymadım! Her neyse, ben ne dersem diyeyim, insanlar, bana asla inanmazlar. Muhtemelen, benim görünüşüm onları korkutuyor. Ama, sen niçin benden korkmuyorsun?
Lao:
–Çünkü ben insanları severim. Ama, insanların dediği her şeyi dinlemem. Onlar, tanımadıkları insanlar hakkında bile konuşuyorlar. Çünkü siz, bir yabancının gece evinizde kalmasına izin verdiniz. Öyle değil mi? Bu, bence bir cömertliktir.
Cincer, çok şaşırmış. Bunca yıldır, hiç kimse, ona bu kadar iyi davranmıyormuş. Lao biraz yemek yemiş ve hemen yatmış. Sivil birinden, kraliyet mesajını götürmesini istemeleri, Cincer’i acayip germiş. Lao’nun ceketindeki zarfı fark etmiş. Meraklanıp, açmaya karar vermiş.
Cincer:
–Bu mektubu taşıyan kişi, hemen o anda ömür boyu zindana atılmalıdır. Kral, neden böyle bir şey ister acaba? Bu kralın kalbi çok kötü. Lao, bunu hak etmiyor!
Cincer, mektubu yırtıp atmış. Boş bir kağıdın üstüne, başka bir mesaj yazmış. Kağıdı kraliyet zarfına koymuş ve eski yerine bırakmış. Lao, ertesi gün, mektupla beraber saraya vardığında kraliçe:
–Bu mektubu taşıyan kişi derhal prensesle evlendirilmelidir. Prenses Bella’yı çağırın lütfen!
Bella, baban bu genç adamla evlenmeni istiyor. Kabul ediyor musun?
Kaderde, öyle yazdığı için, Lao ve Bella, birbirlerine baktıkları anda, birbirlerine aşık olmuşlar.
Bella:
–Onunla, evlenmeyi istiyorum anne.
Kraliçe, çok mutlu olmuş. Düğün, hemen o gün yapılmış. Lao ve Bella, çok mutlularmış.
Ama bu uzun sürmemiş. Kral, geri döndüğünde, neler olduğunu öğrenip, öfkeden deliye dönmüş. Ama artık çok geçmiş. Lao artık bir prensmiş. Kralın, kendi damadını zindanlara atması, mümkün değilmiş. Başka bir plan düşünmüş.
Kral:
–Ah, kalbim çok üzgün. Bunu sana daha önce söylemem gerekirdi. Ama prenses, evliliğinin yedinci gününde ölecek şekilde lanetlenmiştir. Onu sadece ama sadece bir tek şey kurtarabilir. Şeytanın üç altın saçı. Gitmen için zorlayamam seni.
Lao:
–Gideceğim! Karıma bir şey olmasına asla izin veremem.
Kral:
–Ahahahaha!
Lao, karısına veda etmiş. Şeytanın yanına giderken, büyük kentin oradan geçmiş ve şehre girmeye çalışırken, kapıdaki muhafız onu durdurmuş.
Muhafız:
–Şehre girmek istiyorsan, bulmacayı çözeceksin. Söyle bana, efendimizin bir zamanlar, bize şerbet veren çeşmesi artık bir damla su bile vermiyor.
Lao, bir süre düşünmüş:
–Ah, ben sizin derdinizin çözümünü biliyorum. Ama, onu hemen şimdi söyleyemem.
Çünkü, ben çok önemli bir görevdeyim. Ve bana dediler ki görevimi tamamlamadan önce, herhangi bir soruya cevap vermem için beni zorlayan olursa, keçiye dönüşecekmiş. Bana, sorunuz neydi acaba? Bir çeşmeyle mi ilgiliydi?
Muhafız:
–Hayır, acelen ne? İstersen cevabını geri dönüşte de verebilirsin.
Lao:
–Ya, siz ne kadar da iyisiniz. Teşekkür ederim.
Lao yola devam etmiş ve başka bir kasabaya varmış. Kapıdaki muhafız sormuş:
–Söyle bana, bir zamanlar, altın elma veren ağaçta, niye şimdi yapraklar var?
Lao, bu muhafıza da aynı yanıtı vermiş. Ve muhafız, Lao’nun şehre girmesine sevinçle izin vermiş. Lao, tam da bu acayip bulmacalar bitti diye düşünürken, bir kayıkçıya denk gelmiş. Kayıkçı da ona bir bulmaca sormuş:
–Seni karşıya geçiririm ama, söyle bana: Ben insanları her gün işimde ve hayatımda bir değişiklik olmadan karşıya götürüp getiririm. Bunu nasıl bırakabilirim?
Lao, bir nefes almış ve kayıkçıya keçi olayını anlatmış. Kayıkçı doğal olarak, ömür boyu kayıkçı olmak, keçi olmaktan iyidir diye düşünmüş. Lao’yu karşıya geçirmiş ve ona veda etmiş.
Lao, sonunda şeytanın inine varmış. İnin önünde, birinin ağaçtan mango toplamaya çalıştığını görmüş.
Lao:
–ıhım hım!
Nene:
–Özür dilerim, çok özür dilerim. Mangolara dokunmam. Söz veririm. Ne! Sen benim torunum değilsin. Ah, ben seni şeytan sandım. Sen neden buradasın peki?
Lao:
–Şeytan sizin torununuz mu? Ya, çok iyi o zaman. Bana onun nerede olduğunu söyleyebilir misiniz? Kendisine üç bulmaca sormam gerekiyor.
Lao, bütün öyküsünü, şeytanın büyükannesine anlatmış.
Büyükanne:
–Ne! Kral sana, şeytanın üç altın saçı laneti kaldıracak mı dedi? Ahahaha! Kral, benim torunumdan bile tuhaf bir insanmış. Sen, masum çocuk. Senin kayınpederin, senin başın derde girsin istiyor. Seni o yüzden buraya yolladı.
Lao:
–Bir dakika! Öyle olabilir mi?
Büyükanne:
–İşte geliyor şeytan. Sana ne yapacağını çok merak ediyorum. Ahahaha!
Lao, gayet zeki bir delikanlıymış. Bir süre düşünmüş ve büyükanne ile bir anlaşma yapmış. Büyükanne, Lao’yu kurtaracak ve kapı muhafızlarının ve kayıkçının sorduğu üç bulmacanın öğrenecekmiş. Karşılığında, Lao şeytana, büyükannesinin mangoları yemeye çalıştığını söylemeyecekmiş.
Büyükanne:
–Hım, sen, akıllısın. Tamam. Kabul.
Şeytanın büyükannesi, Lao’yu bir karıncaya çevirmiş. Ve onu cebine saklamış. Şeytan geldiğinde o kadar yorgunmuş ki hemen uykuya dalmış.
Şeytan:
–Ih, büyükanne! Ne yapıyorsun sen!
Büyükanne:
–Oh, ne mi! Ben çok, çok korkunç bir rüya gördüm! Rüyamda bir zamanlar şerbet akıtan bir çeşme gördüm. Ama şimdi hiçbir şey akmıyor, su bile yok!
Şeytan:
–Çünkü, o çeşmenin altında, büyük bir kurbağa yaşadığı için akmıyor. Birinin onu oradan ürkütmesi lazım. Ondan sonra şerbet akmaya devam eder. İyi geceler sana!
Bir süre sonra, şeytan, derin uykuya dalınca, Büyükannesi, saçından bir tel daha koparmış.
Şeytan:
–Ah! Yine ne var!
Büyükanne:
–ıh! Bir rüya daha! Çok güzel bir ağaç varmış. Altın elmalar veriyormuş. Ama, şimdi sadece yaprakları kalmış. Zavallı ağaç!
Şeytan:
–Ağacın köklerini bir fare kemiriyor büyükanne! Birinin o fareyi ürkütmesi gerek.
Büyükanne:
–Ya, ah tamam! Sen uyumaya devam et, ben de uyumaya çalışayım.
Şeytan:
–Hayır, yine saçımı koparacağını biliyorum. O yüzden, Al bakalım! Artık kafamda hiç saç yok. Koparamazsın. Mutlu musun?
Büyükanne:
–Ah, ama bir bulmacam daha var sana.
Şeytan:
–Ne var yine!
Büyükanne:
–Kayıkçı, insanları karşıdan karşıya geçirme işini niye bırakamaz? O işi yapmak istemiyor. Nasıl bırakacak?
Şeytan:
–Çünkü, küreği lanetli diye bırakamıyor. Kendini o kürekten kurtarmak için, onu bir başkasına vermesi şart. Şimdi artık uyuyabilir miyim?
Büyükanne:
–Ah, tabi ki iyi geceler!
Büyükanne, daha sonra Lao’yu yeniden insan haline çevirmiş. Ve üç altın saç telini ona teslim etmiş. Lao ona selam vermiş ve büyükanne fikrini değiştirmeden önce hemen oradan ayrılmış.
Kayıkçı:
–Cevabı buldun mu?
Lao:
–Tabi ki buldum. Ama önce, beni karşıya geçir. Karşı tarafa geçtiğimde, sana cevabı söyleyeceğim.
Kayıkçı, kendisinden isteneni yapmış.
Lao:
–O küreği bir başkasına ver. Ve ondan sonra da özgür ol! Hoşça kal!
Geri dönerken, ikinci muhafıza rastlamış.
Lao:
–Arkadaşım! Bu ağacın köklerini kemiren bir fare var. Bu ağaç, o yüzden altın elmalar vermiyor.
Memnun olan muhafız, ağacın yanına gitmiş ve fareyi oradan kovalamış. Ağaç, anında altın elmalarla dolmuş. Mutlu olan kasabalılar, Lao’ya iki çuval altın hediye etmişler. Şimdi, birinci muhafızın sorusunu cevaplama vakti gelmiş.
Lao:
–Çeşmenin altında yaşayan büyük bir kurbağa var. Onu oradan kovalarsan, çeşme size yine şerbet verecektir.
Bu ne kadar da gösterişli bir çeşmeymiş. O kasaba, Lego’ya dört çuval dolusu altın hediye etmiş. Lao, hediyesini kabul etmiş ve saraya doğru yola çıkmış.
Kral, Lao’nun çuvallar dolusu altınla geldiğini görünce, gözünü bir anda para hırsı bürümüş.
Kral:
–Ah, benim damadım geri dönmüş! Ben senin için çok endişelendim. Ihım ıhım! Söyle bana, nerede buldun bu altını?
Lao, kralın ne kadar kötü olduğunu biliyormuş artık.
Lao:
–Şeytana giderken yol üstünde bir kayıkçı var. Siz bir tek onun kayığına binin, küreğini alın ve karşıya hızlıca kürek çekin. Karşı tarafta, altın tarlaları var.
Kral, kayıkçının yanına koşmuş. İkinci defa düşünmeden, küreği kayıkçının elinden almış. Kayıkçı mutlulukla dans etmiş ve kralı tek başına bırakmış.
Bu arada, Lao gerçek ailesinin var olduğunu öğrenmiş. Hem köylü aile hem de onu büyüten aile, saraya davet edilmişler. Söylenenler doğru çıkmış. Lao bütün kasabaya şans ve şöhret getirmiş. Ve o aç gözlü kralınsa hala tek başına bir kıyıdan diğerine kürek çektiğine inanıyorlarmış. Çünkü hiç kimse küreği ondan almaya cesaret edemiyormuş.