Bir varmış bir yokmuş. Dileklerin gerçek olduğu bir vakitte bir kral ve güzel bir kızı varmış. O kadar güzel o kadar sevgi doluymuş ki kral arzu ettiği hiçbir şeyi eksik etmezmiş ondan. -Eski oyuncaklarımla oynamaktan sıkıldım artık babacığım yeni bir oyuncak istiyorum.
-Benim bir tanem, kıymetlim. Benim için o kadar değerlisin ki sana dedemin çocukken verdiği bir hediyeyi vereceğim. Kral altından kasasını açıp içinden pırıl pırıl parlayan altından bir top çıkardı. -Vay canına -Bu top senin artık. Güneşin altında güneşten bile daha parlak bir top bu.
Ama çok değerli. Sakın kaybedeyim deme. -Teşekkür ederim babacığım, sen dünyanın en iyi babasısın. Prenses bahçeye çıkıp oynamaya başladı. Top nereye giderse o da koştura koştura peşinden gitti. Derken karşısına çirkin mi çirkin bir kurbağa çıktı. -Çek git buradan pis kurbağa.
-Çalıların oradan gördüm seni. Güzelliğinle beni büyüledin. Arkadaşın olmama izin ver, oyunlar oynayalım. -Böyle bir şeyi nasıl aklından geçirebilirsin? Senin gibi çirkin, her yeri siğil dolu bir kurbağayla asla oynamam ben. Ben bu dünyadaki en güzel kızım.
Böyle pis bir şeyle nasıl oynarım -Çok iyi zıplarım. Yüzmede bilirim. Top kaçarsa getiririm. Benden iyi oyun arkadaşı mı olur? -Böyle pis bir kurbağaya dokunmaktansa tek başıma oynarım. Midesi kalkan prenses kurbağadan kaçıp şatosuna döndü.
Ertesi gün topla oynamak için aynı yere geldi. Kendine bir kuyunun yakınında yaşlı bir ıhlamur ağacının altını seçti. -Ne kadar sakin huzurlu bir yer burası. O çirkin kurbağada beni bulamaz. Topuyla oynamaya başladı. Havaya atıp tutuyordu. Top havadayken pırıl pırıl parlayınca prensesin gözleri kamaştı.
Prensesin ellerine düşeceğine yere düştü yuvarlanıp kuyunun içine gitti. -Hayır, altın topum kaçtı. Bu kuyuda ne kadar derinmiş böyle. Kuyunun içinde topumu bile göremiyorum. Ağlamaya başladı.
Kimse onu teselli edemezdi. Ağlayıp dururken oracıkta bir ses duydu. -Bu nasıl ağlamaktır böyle? Bir taş olsam kalbim dayanmaz buna. Sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştı. Konuşan sen miydin çirkin kurbağa.
Ağlıyorum çünkü altın topum kuyunun içine düştü. -Hiç üzülme, sana yardım edebilirim. Ama topunu oradan çıkarırsam bana ne vereceksin? -Ne istersen veririm sevgili kurbağa.
Elbiselerimden mi istersin? İnciler değerli taşlar mı istersin? Taktığım altın tacı bile verebilirim. -Senin elbiselerini, incilerini, değerli taşlarını, altın tacını ne yapayım ben?
Benimle arkadaş olup oyunlar oynarsan, masada beni yanına oturtup tabağındaki yemeği paylaşırsan içeceğini birlikte içersen, yatağında beni de yanına alırsan bunların hepsini yapacağına söz verirsen altıntopunu sana getiririm. Çirkin kurbağanın sonu gelmez dileklerini duyan prensesin canı sıkıldı ama altın topunu alabilmek için kurbağanın suyuna gitmeye karar verdi.
-Evet, söz veriyorum ne istersen yapabilirsin. Sen sadece topumu kurtar, başka bir şey istemem. Bu sözleri duyar duymaz kurbağa biranda kuyunun içine dalıverdi. Bir süre sonra çıktı, topu aldığı gibi çimlerin üzerine atıverdi.
Değerli oyuncağına yeniden kavuşan prensesin keyfine diyecek yoktu. Topu kaptığı gibi oradan uzaklaşıverdi. -Dur, gitme beni de yanında götür. Ben senin kadar hızlı koşamam. Ama iş işten geçmişti. Ertesi gün prenses yemek sofrasında kralın yanına oturmuş, altın tabağından yemek yerken biri kapıyı çaldı. -Prenses, aç kapıyı lütfen. Prenses yerinden kalkıp kim gelmiş diye bakmaya gitti.
Ama kapıyı açtığında dışarıda duran minik kurbağayı gördü. -Seni pis yaratık. Ne hakla kapıma kadar gelirsin. Çabucak kapıyı kapattı ve tekrar sofradaki yerine geçti. Bütün keyfi kaçmıştı.
Kral kızının kalbinin nasılda çarptığını fark etti: -Sen neden korkuyorsun kızım, kapıda seni kaçırmak için gelmiş bir dev mi vardı yoksa? -Hayır babacığım, bir kurbağa gelmiş kapıya -Peki ne istiyormuş bu kurbağa -Dün kuyunun yanında altıntopumla oynarken topum kuyunun içine düştü. Kurbağa bir şartla topunu oradan çıkarırım dedi.
Arkadaşım olmasına izin vermemi istedi. Bende söz verdim ama sudan çıkıp peşimden geleceğini hiç düşünmedim. Şimdi kapının önünde bekliyor ve onu içeri almamı istiyor. -Kralın kızı aç hadi kapıyı. Bana söz vermiştin ama. Kral:
-Söz verdiysen sözünde durmalısın. Kapıyı aç kurbağayı içeri al. Prenses kalkıp kapıyı açınca kurbağa içeri girdi. Zıplaya zıplaya onun peşinden sandalyesine kadar geldi:
-Teşekkür ederim prenses. Al beni yanına oturt. Prenses hiddetle kurbağaya baktı ama babasının ona nasıl baktığını görünce kurbağayı yanına aldı. -Birlikte yemek yiyebiliriz. Prenses istemeye istemeye yedi yemeğini.
Kurbağaysa iştahlı bir şekilde yemeklere daldı. -Biraz daha çorba koyar mısın çok nefis olmuş. Daha önce hiç böyle bir yemek girmemişti karnıma.
Kurbağa afiyetle yemeğini bitirdi ama prensesin iştahı kaçmıştı. Lokmalar boğazına diziliyordu.
-Çok teşekkür ederim prenses. Artık karnım doydu, çok yorgunum. Beni odana götür. İpek döşemeli yatağını hazırla. Yatalım birlikte uykuya dalalım. -Yeter bu kadar, derhal saraydan gidiyorsun çirkin şey. -Sevgili kızım, bu sözler bir kralın kızına hiç yakışmıyor.
Kurbağaya bir söz vermişsin. Sözünü tutmak zorundasın. Bir soylu söz verdimi sözünden dönemez. Verilen bir sözü yerine getirmek zorundayız. Kurbağayı parmaklarının ucuyla tutup üst kata çıkardı ve bir köşeye bıraktı.
Bütün gece burada bekle yoksa seni karanlık ormana atarım. -Çok yorgunum, bende senin gibi güzel bir uyku çekmek istiyorum. Beni yanına almazsan krala söylerim. -Sen iğrenç bir kurbağasın. Kurbağayı tuttuğu gibi bütün gücüyle duvara fırlattı.
Kurbağa yere düşer düşmez öldü. -Uyan hadi kurbağa, numara yapmayı bırak. Prenses parmağıyla kurbağayı dürttü ama kurbağa çoktan ölmüştü. -Gerçekten öldü mü? İnanamıyorum.
Ne yaptım ben böyle? Lütfen uyan kurbağa. Sana kötü davrandığım için çok özür dilerim. Kurbağayı ellerine aldı, hala hüngür hüngür ağlıyordu. Sonra usulca kurbağayı öptü. Bir mucize olmuştu, kurbağa canlanıp gözlerini açtı ve zıplayarak yere düştü. Kurbağa bir anda güzel gözlü, yakışıklı bir prense dönüşüverdi. -Aman tanrım, sende kimsin böyle? Minik kurbağaya ne oldu?
-Korkma ben o kurbağayım. Şimdi bir prens oldum. Sana başıma gelenlerin hepsini anlatacağım. İnsan olduğum zamanlar küstah ve şımarık biriydim. Bir gün ormanda ava çıkmış, hayvanları öldürüyordum. Derken karşıma bir orman perisi çıktı. Peri: -Seni zalim insan. Bu hayvanlar senin oyuncağın değil. Onlarda senin gibi yaşayan birer varlık. Tanrı bu harika doğayı yaratmış ama sen onları yok ediyorsun.
Onlar sana hiç zarar verdi mi? söylesene. -Benimle nasıl böyle konuşursun? Kim olduğumu bilmiyor musun? Buradaki kralın oğluyum ben, bu ormanda benim malım. Her ağacın, her hayvanın bu topraklar üzerindeki her şeyin sahibi benim. -Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Doğanın sahibi tanrıdır. Evreni yaratanda tanrıdır. Sen değilsin.
Masum hayvanları öldürmeye hakkın yok. -Yeter artık bu kadar, çekil önümden. Orman perisi biranda dev ve uzun boylu bir kadına dönüştü. Onu gören prens çok korktu. -Seni küstah insanoğlu.
Seni bir kurbağaya dönüştürüyorum. Yılanlar karnı acıktığında senin peşinden koşturacak, tıpkı senin avlanman için o zavallıların peşinden koşturduğun gibi. Prens biranda kurbağaya dönüştü. -Ne yaptın bana böyle? yalvarıyorum sana orman perisi.
Lütfen bağışla beni. Söz veriyorum bir daha tabiat anaya hiç zarar vermeyeceğim. Canlıların hepsine iyi davranacağım. Ne olur, bağışla beni. -Sanırım yaptığın yanlışın farkına varmışsın. Ama küstahlığın cezasız kalmayacak. Büyünün nasıl bozulacağını sana söyleyeceğim. -Lütfen söyleyin efendim, bu büyüden kurtulacağım -Tabiatın yarattığı canlılara saygı göstermeyen bir prenses bulup sana iyi davranmasını sağlayacaksın.
Eğer bunu başarabilirsen yeniden insan kılığına dönebilirsin ve öyle yaşayabilirsin. Prenses bu kadar kötü davrandığı için kendinden utandı. -Üzülme artık güzel prenses. Söz ver bana canlılara bir daha asla kötü davranmayacaksın. Herkese karşı nazik olacaksın.
-Söz veriyorum prens. Nazik davranacağım. -Çok güzel. Nazik davranacağına söz verdiğine göre senden bir şey isteyebilir miyim acaba? -Tabi ki dile benden ne dilersen -Şimdiye kadar gördüğüm en güzel kız sensin.
Sana aşık oldum. Benimle evlenir misin prenses? Güzeller güzeli prenses hiç tereddüt etmeden bu yakışıklı prense evet dedi. Babasının rızasıyla evlendiler. Her gün hayvanları beslediler. Bunları gören orman perisi de çok mutlu olmuştu: -Aferin size yavrucuklarım.
Ne kadar yüce bir insan olduğunuzu kanıtladınız. Her insanın içinde işte böyle yüce bir varlık yatar. Doğanın değerini bilenler, yüce birer kişi olur. Tanrı hiçbir zaman iyiliklerini üzerinden eksik etmeyecek. O günden sonra ikisi de mutlu bir hayat sürdü.